30 Eylül 2012 Pazar

Her Şeyin Kalbi

Beynim nur topu gibi bir hayal doğurdu. O kadar iyi niyetli, o kadar saftım; o kadar çocuktum, o kadar bendim ki! Kendimle, kalbimle besledim o hayali. Çırılçıplaktı, üşümesin istedim; en yakın arkadaşlarımdan, en güzellerinden birinin bedenini giydirdim o hayale. Aşkımı yaşatmak uğruna arkadaşımı öldürdüm. Evet, “Aşk” adını verdim beynimin peydahladığı hayalime.

Her şeyim miydi? Biraz düşünmeliyim. Hayır, değildi. Bir ailem vardı, arkadaşlarım vardı, bir mesleğim vardı, kariyerimle ilgili planlarım ve bir geleceğim… Baklava, gökyüzü, gözlerim, yıldızlar… Her şeyim olmadı aşk. Ama her şeyin kalbi oydu. Ben hayalimi kalbimle beslemiştim ya; büyüyüp aşk olan hayalim benim dünyamı besliyordu, dünyama ışık saçıyordu. O yokken her şey değerini yitiriyor, solup gidiyordu. Geriye sert, biçimsiz, anlamsız bir kemik yığını; bir çöplük kalıyordu.

Kırılma anları vardır insanların hayatlarında. Her şeyin kalbinin kalbinde yoktum. Bunu başından beri biliyordum, bu yüzden kırılmadım. Ben onu seviyordum, o beni sevmek zorunda olmadı asla. Hayatının kıyısından köşesinden bir yerini bana ayırsın, en ufak, en dar yerine bile razıyım ama bir yerini bana ayırsın yeterdi. Ayırmadı. Bu yüzden kırıldım, şimdi çok kırıldım.

Kırgınım. Geriye kalmış posayım, bir kemik yığınıyım. Ölmüşüm ben; gömmeyin, hemen şimdi un ufak edin ya da yakın beni. Benden arta kalanları bir başkası bulup da hayaline giydirmesin. Benden arta kalanlar bir başkasının içini ısıtmasın. Ve benden arta kalanlar bir başkasının hayalini boşa çıkarmasın, o başkasının hayatını karartmasın.

2 yorum:

Söyleyecek sözün varsa sen de paylaş.