17 Ekim 2012 Çarşamba

Maske

Bu gözlük, gözler, burun, ağız bir maskedir aslında. Bu maskenin altında et ve kemik, onun içinde sinirler, onların sinyallerinde fikirler, onların arkalarında hayaller, onların sağında solunda genelde hüzün ve öfke var. Bu maskenin ardında bir fikir var ve fikirlere kurşun işlemez. Hayallerse havadan bile nem kaparlar, bir su birikintisi içine düşmelerine bile gerek yoktur. Hüzün… Hüzün gözyaşları yeterlidir hayalleri ıslatmaya, küflendirmeye, çürütmeye, öldürmeye. Hayaller olmadıktan sonra fikirler neye yaslanacak ki? Salya sümüklü cıvık bir hüzne mi? Alevli yakıcı bir öfkeye mi? Nefrete mi? İntikama mı?

6 Ekim 2012 Cumartesi

Göz Kamaştırıcı Güneşi Fark Edemeyen Kör İnsan

Nobel ödüllü bir bilim adamı, Craig C. Mello ziyaret etti okulumuzu ve hoş bir konuşma yaptı, bilimsel keşfini tanıttı dün. 40 kadar liseli, birçok tıp öğrencisi ve Hacettepe profesörleri de dikkatle dinledi onu. Evet, Hacettepe insanlarını anlıyorum ama gelip de salona yerleşen o 40 liseliyi ben de çözebilmiş değilim. Birinci sınıfların bile zar zor anladığı terimler ve yabancı bir dil varken sırf “Ünlü biri ziyaret etti ülkemizi, görsün çocuklar!” düşüncesiyle mi getirilmişlerdi acaba? Bilmiyorum.

Hayvan hücresinin kendisine ait olan genetik materyal ile kendisine ait olmayanı ayırt etmesini sağlayan mekanizmayı bulmuş Profesör Mello ve çalışma arkadaşı. Bana çok da müthiş bir buluşmuş gibi görünmedi; tıbba nasıl bir katkıda bulunulur bu buluşla, henüz algılayamadığımdan olmalı.

Onun ardından kürsüye Türk bir bilim adamı çıktı. Yurtdışındaki kendi laboratuvarında çalışma arkadaşlarıyla beraber keşfettiği şey, eğer anlattıklarının hepsi doğruysa, Nobel ödüllününkinden çok daha büyük ve çığır açıcı, yararlı bir şey… Ama Türk profesörün pek dinleyicisi olmadı, salon boşaldı, insanlar dağıldı. Çünkü bir Nobel ödülü yoktu, ilgiyi hak etmiyordu. (!)

Konuşmalar sona erdiğinde üniversite, konuşmacılara hediyelerini takdim etti ve salonda kalan az sayıda öğrenci de bir bir Mello’nun yanına seğirtmeye başladı. Ellerinde not defterleriyle Nobel ödüllü birinin imzasını alma çabası…

İnsanlar dandik bir Nobel ödülünü diyabetin çözümünden daha değerli görüyorlar. İnsanlar kıymetsiz bir not defterinin üzerine bir insan tarafından bırakılmış kara lekeyi, o insanın elini sıkmaktan, konuşmasını dinlemekten daha değerli görüyorlar. İnsanların gözleri maddi olan şeylerle kör olmuş vaziyette… Ne zaman anlayacağız manevi olanın kıymetini? Ne zaman, açılacak gözlerimiz? Ne zaman gerçekten parlak bir şey gördüğümüzde kamaşacak o gözler ve takdir edeceğiz? Ne zaman?


4 Ekim 2012 Perşembe

Reklam

http://suskungeveze.tumblr.com/post/33503817782/hayir
http://suskungeveze.tumblr.com/post/33503097295/dunyadan-daha-az-cekindikce-kendimden-daha-cok
http://suskungeveze.tumblr.com/post/32889767738/kopuyorum
http://suskungeveze.tumblr.com/post/32604446052/sakla-zaman-denize-at-bal-k-bilmem-beyim-bilir
http://suskungeveze.tumblr.com/post/31791351155/anatomi-asla-sadece-anatomi-degildir

Böyle bir şeyler de var buralarda. Reklam olsun diye koyuyorum tabi ki, öncelikli amaç bu. Bu arada niye iki farklı blogum var, yazılarımı neye göre pay ediyorum emin değilim.

İyi Bir Lider

Hiçbir zaman iyi bir lider olmadım. Kendimi bile yönetemiyorum ben, lider olmak benim neyime? Ama bu, iyi bir liderin karakteri, nitelikleriyle ilgili fikir yürütemeyeceğim anlamına gelmez, gelmemeli. Benim de bir ütopyam var.

İyi bir lider konuşmalı. Susmamalı. “Dilsiz lider olmaz!” demek değil bu. “Derdini anlatmaktan aciz, tartışmalarda hep boyun eğen, kendisine sert çıkıldığında arkasını dönüp giden bir lider olmaz.” demek istiyorum. Lider dediğin bir şey talep ettikten sonra başını eğip, yerdeki fayansları, parkeleri saymamalı. İstediği şey için savaşabilmeli.

İyi bir lider sadece konuşmamalı. Ah… En kötüsü de budur ya zaten. Çoğumuz kahverengi gözlüyüz, renkli gözlere nasıl da hasretiz. Gözlerimiz boyanmaya müsait… Sadece konuşan, güzel de konuşan ama iş yapmayan birileri hep olur ortalıkta. Hatta elini taşın altına sokmasa da konuşarak koca bir kayayı tek başına sırtlamış gibi davrananlar da var. Ben mi çok zekiyim de fazla bariz görünüyor yoksa ben mi çok aptalım da o insanların gerçekten işe yarar olduklarını göremiyorum, bilmiyorum: Böyle insanlara saygı duyuluyor genelde.

Taraflı olmamalı bir lider… Kendinden taraf bile olmamalı. Tarafsız kalmayı öğrenmiş olup olaylara objektif bakabilmeli. Devir “Süt beyazdır.” dedikten sonra sırf çıkarlar için “Patlıcan da beyazdır.” deme devri. Patlıcan karaysa ona beyaz demeyebilmeli iyi bir lider. İnatçı olmalı ama kaz kafalı olmamalı, öküz olmamalı. Ona saygı duyuyorsa bana da saygı duymalı, herkese saygılı olmalı.

Bir topluluğun çoğunluğunun iradesini tamamen yansıtabilen bir lider nasıl olurdu? Topluluğun %60’ı ne isterse tam olarak onu yapan; topluluk adına gaddar, topluluk adına cellat olabilen bir lider? Kötü olurdu. Lider dediğin yönetmeyi, idare etmeyi bilecek…

Başta söylediğim gibi, kendimi bile yönetemiyorum ben. Ama diyelim ki bir pantomim sanatçısı, bir saray soytarısı ve bir boğa yöneticilik için aday oldular. O gün geldiğinde oy pusulanıza benim adımı yazın.