22 Ocak 2013 Salı

İkiyüzlü Roma Tanrısı

Odaca en büyük akşam eğlencelerimizden biri, şu sohbet sitelerinden connected2.me. Garip… O siteye kayıt olma sebebim Sunay Akın’dı. Ne alakası var Sunay Akın’la internetteki arkadaşlık sitelerinin? O günlerde Sunay Akın internette o siteden insanların sorularını yanıtlamayı düşünüyordu. Ama belki ilgisizlikten, belki terbiyesizlikten vazgeçildi sanal buluşmadan, sohbet ortamından. Bense çoktan hesap açmıştım o sitede, kaptırmak istememiştim Sunay Akın gibi birinin kullandığı bu burjuvazi sitedeki takma adı: SuskunGeveze

Odada internet varsa ve oyun oynanmıyorsa, bu site mutlaka açık oluyor. Açıktı, başka bir doktor adayı geldi ekranıma, tıp bilgimi ölçen sorular sormaya başladı; biri güzeldi: Vagus ne demek? Serseri demekmiş, bilmiyordum ama diğer sorularla sınavı geçmiş olmalıyım, inandırabildim tıpçı olduğuma. Vagus’a serseri deniyormuş çünkü diğer kafa sinirlerinin aksine başka sularda yüzüyor; iç organlara kadar iniyor.

Janus Kinaz’ın ismi nereden geliyor? Janus ikiyüzlü bir Roma tanrısıymış, Janus Kinaz’ın da iki fosfat taşıyıcı parçası var. Bir parça fosfatlayıcı aktivite gösterirken öteki ilkini, negatif yönde etkiliyor. Tamam, tamam, çok uzatmayayım.

Bu benim “Tıpta İnsan Bilimleri Kongresi”ndeki proje konum: Tarihin tıp terimlerine nasıl yansıdığı, tıp terimlerine bilimsel olmayan isimler verilirken nelerden etkilenildiği, kısacası: Tarihin Tıbba Fısıldayışı. (Evet, merak etmeyin, projenin adı konusunda hala fikir birliğine varmış değiliz.) İnternette başıboş, vagus vagus gezinirken biri beni tesadüfen buluyor, projemle ilgili ufkumu genişletecek yepyeni bilgiler veriyor ve gidiyor.

Not: Janus Kinaz’a kısaca JAK diyorlar. Bu yapının adı, Janus isminden önce de JAK olarak kısaltılıyormuş: Just Another Kinase (Başka bir kinaz) Bilim insanları çok kafa adamlar… Belki belleri ağrıyana kadar sandalyelerinde oturmalarından, belki laboratuvar havasından, can sıkıntısından komik komik işler yapıyorlar. Ben bir şey keşfetseydim adını “Sadece başka bir kinaz daha” koyarak onu küçümsemez, “Tanrı parçacığı” ya da “Cem bozonu” diyerek yüceltirdim. Belki de bu yüzden tıpçı değil fizikçi olmalıymışım.

19 Ocak 2013 Cumartesi

Birer Cümle

Bir gün yine karamsarım, yine kendi halimde geziyorum sağda solda, en rahat yere, amfime attım kendimi. Sıramın yanında yerde bir beyaz önlük, düşmüş, kaldırıp sıranın üstüne koyduydum. Sonra gömdüm kafamı sıraya, uyku uyanıklık arasında gezinmeye başladım. Önlüğün sahibi geldi sevgilisiyle. Çok cıvık bir ilişki… Gelecekte, sevdiğime vermeyeceğim bir tarzda ilişki… En azından tanıdık başka gözler önünde. Neyse… “N’olmuş burada ya? Her şey yerde…” Önlüğün yanında başka şeyler de düşmüş anladığım kadarıyla ama fark etmemiştim. Birkaç saçma salak laf edildi, doğruldum. “Önlüğün yere düşmüştü, kaldırdım.” dedim. “Önlük yerdeydi, sen kaldırdın, öyle mi? Ha…” Tam sözleri hatırlamıyorum ama bana suçluluk yükleyen bir tonu, bir imayı barındırıyordu içinde. Laf olsun diye bile teşekkür yoktu içinde. O gün bugündür o herif dünyadaki en adi insanlardan biridir benim için. O güne kadar dikkatimi çekmeyen, sevgilisiyle arasındaki ilişkisi tiksindirir artık beni. Söylediği sözler saçma, yersiz, aptalca gelir.

İnternette geziniyordum, bir gönderi ilişti gözüme, bir söz, sanırım ünlü olan birinin sözü. Beğenmedim. Güzel değildi söyleyişi ama ona değil, içeriğine takılmıştım. Gönderinin altındaki yorumlara baktım, hep tanıdığım insanlar, sanal bir arkadaş ortamı… Yazdım bir şeyler, aslında yazdıklarım temelde ciddi şeylerdi ama araya fazlaca Cemlik (sululuk ve ciddiyetsizlik) sıkıştırmıştım. Bir cevap geldi gönderinin sahibinden. Söyleyeni tanımadan yorum yapamazmışız sözle ilgili. Özel mesaj gönderdiğimde de beni tatmin etmeyen cevaplar aldım. Çok kızdım. Hatta blogda bir yazı yazdım konuyla ilgili. Günler geçti, karşılaştık. Selam verdi, etrafıma baktım, hep tanıdığı insanlar, bir arkadaş ortamı. Ben cevap vermesem de fark etmezdi, görmezden geldim, geçip gittim. Fark etmiş. Sonraki bir arada, ben kantin sırasındayken geldi yanıma. O günkü olaya takılıp takılmadığımı sordu, ona selam vermediğim için kırıldığını söyledi. Çok güzeldi. Huyumdur, her kızda gözüm varmış, çapkın biriymişim gibi davranırım. Ama o benim saygımı kazandı, artık çok başka bakıyorum ona. Bizim amfiden biri daha vardı bu seviyeye erişmiş, iki oldular.

“Önlük yerdeydi, sen kaldırdın, öyle mi? Ha…”

“Ben selam verince geçip gittin, alındım Cem.”

Tek bir cümle adamı rezil de edebiliyor vezir de. Ya da benim doğam çok değişken…

12 Ocak 2013 Cumartesi

Müzük

Müzik iyidir, güzeldir. Benim de ruhumu müzikle dinlendirme hakkım olmalı, var.

Yakın zamanda Sia’nın şu kurtlu, dağlı, buzlu videosunu (She Wolf) gördüm. Çok güzel şarkı… İnternette gezinirken biriyle konuştum onu. Konuştuğum kız sırf David Guetta ile düet yaptı diye sevmiyormuş kadıncağızı. Garip bir durum var orada. Şarkıyı Sia söylüyor. David Guetta sadece düzenleyici, belki bestekâr, belki şarkı sözü yazarı, belki arka vokal! Ama David Guetta ses sanatçısı değil. (“Şarkıcı değil” demek bu.) Parası ve ünü var diye düzenleyici, bestekâr ya da şarkı sözü yazarından; arka vokalden daha önde olmasının anlamı yok ki. David Guetta ile Sia düet falan yapmış değil, o şarkıyı Sia söylüyor, bitmiştir.

Bir dönem gözde olan ama söyleyeni bilinmeyen tüm şarkıların solisti Sia galiba. Ciddiyim. Hatta bildiğiniz çok kaliteli şarkılar varsa ama söyleyenini bilmiyorsanız Sia’nın şarkılarını bir alt üst edin, karıştırın bakalım; aradığınızı bulabilirsiniz. Erkek şarkıcılar da dâhil buna, denemek gerek. Özellikle Titanium’u Rihanna’nın söylediğine emindim niyeyse. Neyse…

Uzay’la, kankamla, alışveriş merkezinde bir başka arkadaşımızı bekliyorduk. Tam bir sanat insanıdır, bense en kibar haliyle odunun önde gideniyim. Kitapçı müzikçiye girdik. Kendisine alacağını söyleyince benim de elim uzandı “telli çalgılarla klasik müzik” albümüne. Yurtta sesli dinliyorum uzun süredir, şimdi de… Kendimden beklemezdim ama hoşuma gitti. Oda arkadaşlarımın da hoşuna gitti. Hatta geçen gece uyurken açık bıraktık müziği, öyle yattık. Bizim içimizde de entelektüel, kültürlü bir parça varmış meğer.



Yeşil Amfiye

(Çok sinirli olduğum bir sırada yazdığım yazı... Asla yayınlanmadı, asla hedef kitlesine ulaşmadı. Şimdi buraya ekleyeyim istedim. Ne kadar hırslı ve öfkeli, iki yüzlü, alçak bir insan olduğumu, nasıl da kin tuttuğumu burada paylaşmak istedim. Seçimi kaybetmiştim.)

Selam millet… Öyle bir anda ortaya çıkıp “Temsilciliğe adayım.” demem hoş olmadı, biliyorum. Bu patavatsızlığımı en iyi şekilde ödüllendirdiniz =) yine de teşekkür ederim. Şöyle aklımdaki birkaç bilgiyi, düşüncemi iletip gideyim.

Niye aday oldum? Başka aday yoktu. Kimse çıkıp -Sertab Erener* bile- “Nil Karaibrahimgil* adaydır.” demedi. Aday olacağını tahmin etmek zor değildi ama herhangi bir duyuru yapılmadı. İlk seçimin ertelenişine de açıklık getirmek istiyorum. 6 kişi –oy kullanan insan sayısının büyüklüğü düşünülünce- ihmal edilebilir bir sayıydı. Keyfimden iptal ettirmedim seçimi. Rakibimin dağıttığı pusulalar yüzünden oylamanın gizliliğini yitirişine, “açık” oluşuna itiraz ettim; ama sonuç bu kadar “açık”ken gereksiz bir hareketmiş yaptığım, bilemezdim. Şu ikinci seçimin iptaliyle ise en ufak bir ilgim yok, muhtemelen ilki de ben itiraz etmeseydim dahi tekrarlanacaktı.

Perşembe günkü konuşmamda “Diğer arkadaşım Petek Dinçöz”* olarak geçen birinin, ismim üç harfli diye benden “diğer aday” diye söz etmesi üzücü… Temsilci, karşısındaki kim olursa olsun biraz saygı duyabilmeli karşısındakine. Onun adına ben utandım ama ben susunca başkaları hayal gücüyle doldurmuş boşlukları, en azından ertelenmeyle ilgili bir iki söz söylemem gerekti, kusura bakmayın.

Temsilci, karşısına bir sorun çıktığında sırtını dönüp uzaklaşarak çözemez onu. Seçilen kişinin pasif, yarım ağızla “Bence böyle olmalı ama peki” diyen biri değil derdini anlatabilen, biraz savaşçı biri olması gerekirdi. Perşembe günü anlatmak istediğim buydu: Ben konuşmayı biliyordum. Öğrenci işlerindeki küçük toplantıda seçimin tekrarlanmasını istediğimde bir an için Sezen Aksu’nun* yüzünü görüyorken ötekinde Şebnem Ferah’ın* sırtındaki çantasına bakıyor oldum. Işın Karaca* iyi biri ama kendi için bile savaşmıyor, ben itirazımın gerekçesini açıklamadan evvel terk etmişti ortamı, dinlemeyi bilmiyor, kendisini huzursuz eden ortamdan kaçıyor, uzaklaşıyor. Ondan sizi temsil etmesini bekliyorsunuz. Bunu anlayamıyorum.

Hacettepe’yi çok büyütmüşüm gözümde. Temsilci olmaya lüzum yok. Sargon Hoca her bağıra bağıra “attempt to lecture”lı uyarı yaptığında sessiz sakin duruyor olsam da ben utanıyorum, bana dokunuyor. Ama öğretmenin karşısında sakız çiğnemek bir temsilciye daha çok yakışıyor sanırım. Oy toplamak için milletin aklını Gartner ile çelmeye çalışan biri… Seçimden hemen önceki akşam “Sizin için şöyle şöyle yaptım.”, deyip duyurusunun sonuna seçim notunu eklemeyi unutmayan biri… Kızdığım, sitem ettiğim yok. Hepimiz insanız. Kimse mükemmel değildir. İyi bir temsilci olacaktır Sibel Can.*

Amfide bana “hırslı” demeyi seven bir güruh var. Belki biraz da onları mutsuz etmek için adaylıktan çekildikten sonra yazıyorum bunları. Çok temiz bir seçim süreci oldu. (!)

Başkanımız çok yaşa!

*: Diğer aday

9 Ocak 2013 Çarşamba

Bi' Dakka Ya!

Ağzımdan çıkanların büyük bölümünü bir başkasının sözlerini eleştirdiğim, birilerine karşı çıktığım cümleler oluşturuyor. Daha büyük bir bölümüyse, bazen benim bile anlamakta güçlük çektiğim saçma salak söz gruplarından ibaret; anlam bütünlüğü bile yok belki. Eleştiriyi, söyleyeninin adının da iliştirildiği sözler için yaptığımda saygısız/kendini bilmez gibi bir şey (ne olduğumu tam anlamadım ben) oluyorummuşum ne hikmetse!

Artık dayanamıyorum, tahammül edemiyorum. Tahammül edemediğim şeylerin başında beylik cümleler geliyor. Dünya üzerinde o tarz cümleleri en fazla kuran, beylik cümle havuzuna ister istemez en fazla katkıda bulunan insan benimdir belki de. Ezin beni, temelden çökertin savunduğum şeyleri, “Orada ‘Her insan’ demişsin ama mesela ölü biri de insandır, onlar nefes almıyor; buna ne diyeceksin?” diye itiraz edin bana, yapın lütfen; haksız çıkmaktan da ayrı bir tat almayı öğrendim ben. Ama bana asla ama asla ama asla “Cem’ciğim, kim olduğunu bilmediğin bir yazarın dizeleriyle (yazar ve dize?) ilgili öyle yorum yapma bence.” gibi bir söz grubu sarf edilmesin.

Yazarı tanımıyorum belki (“Belki”si yok bunun, hiçbir yazarı tanımıyorum.) ama yazdıklarını görebiliyorum. Aha, bak! Tam önümde duruyor. Onları işitebiliyorum, onlara dokunabiliyorum, onları tadabiliyorum. Onları okuyorum! Sözler tam karşımda duruyor, neden onlar hakkında yorum yapamayayım?

a. “Süt beyazdır.” Cem Özdemir
b. “Süt beyazdır.” Peyami Safa
c. “Süt siyahtır.” Albert Einstein

Aynı cümle, aynı şey anlatılmak istenmişken, hatta aynı kelimelerle… b’yi a’dan üstün kılan nedir? c düpedüz yanlış ama söyleyeni hakkında bir şey bilmediğimiz için yorum yapamayız, söyleyenini bilsek daha kötü… Einstein gibi saygıdeğer bir insan öyle şey demez demeyin, Galen’in öğretilerine kutsal kitap gözüyle bakıldı yıllarca, zamanım yok, arayıp da fena halde yanılmış biri çıkaramıyorum karşınıza.

İnsan algısının sınırları içindeki her şey hakkında yorum yapılabilir. Hatta bence yapmalı, sunulduğu, servis edildiği gibi almayın her şeyi. Yeri gelmişken eleştirdiğim sözü de yazayım, öyle bitireyim:

“Kadınla erkek arasındaki aşk dedikleri, bir mevsim… Ve bu mevsim çiçeklenme döneminde nasıl bir yeşillikler şöleniyse, solma döneminde de bir yığın çürüyen yapraktan başka bir şey değil.” Oriana Fallaci* - Doğmamış Çocuğa Mektup

*Kimse çıkıp da o kadar çok sigara içen bir insanın yazdıklarına sırf yazarı kitap sahibi ya da öldü** diye saygı duymamı beklemesin. Ben de sırf söyleyeni deli gibi sigara içiyor diye sözlerine saygısızlık ediyor olmayayım.
**Genelde en büyük ölçüt budur, birini saygıdeğer yapan ölmek ya da konuyla alakası olmayan başka bir özellik olabilir: Kulağını kesmek, albümü çok satmak, Edison tarafından hakkı yenmek.***
***Nikola Tesla büyük adam ama Edison yolunu kestiği için değil, alternatif akımı bulduğu için.