19 Eylül 2011 Pazartesi

Düşürmeyi Öğrenmek

Hepimizin hataları var. Hiç kimse mükemmel değildir. Ben bile değilim, demek ki kimse değil. Yani mükemmel olmaya çalışmak yerine mükemmele yaklaşmaya çalışmalıyız. Her şeye sahip olmak yerine sahip olduklarımızdan en yüksek verimle yararlanmak olmalı amaçlarımız.

Bu aralar kafamı jonglörlüğe taktım. Becerebildiğim söylenemez ama deniyorum. Hayır, yukarıdakilere bağlayabilmek için “Üç topla yapamıyorsanız tek topu havada çevirmeye çalışın.” demeyeceğim. Bir siteden aldığım öneriyi paylaşmak istiyorum sizinle. “Üç toplu ardı ardına” adlı tarzı öğrenmek isteyenlerin, metinin başında bulduğu not bu:

“İlk öğrenmeniz gereken şey topları düşürmektir. Jonglörlük öğrenmeyi zorlaştıran yegâne şey, topları düşürmekten korkmaktır. Aslında topları düşürmeyi en başta öğrenmek, ileride işinizi çok kolaylaştıracak. Topları havada tutmaya çalışırken düşme riski olan topların peşinde koşmaktansa düşmelerine izin vermek daha eğitici olacaktır. Bir kere bu refleksinizi yenerseniz bundan sonra yapacağınız birçok harekette daha korkusuz olacağınızı göreceksiniz.” (jonglörlük.com)

Hani hep derler ya “Korkularınla yüzleş, yüksekten korkuyorsan ağacın tepesine çık, karanlıktan korkuyorsan kömürlüğe gir.” diye, bu da aynısını öneriyor aslında. Korkuyla değil, bir gerçekle yüzleştirmek istiyor seni; hata yapabildiğin gerçeğiyle.

Hata yapınca yola devam edememek, dönüp dönüp o hataya bakmak, kendine kızmak her zaman yapılabilecek ama hiçbir kazanç getirmeyen şeyler… Önemli olan kendimizi hatalarımızla kabul etmek, hatalarımızla sevmek… Yapılması gereken hatalara kızmak yerine onlara alışmak ve belki bir anda değil ama zamanla onlardan kurtulmak... Hatalarımızın bizim üzerimize binip ağırlık yapmalarına, bizi yavaşlatmalarına izin vermek yerine jonglörlükteki toplar gibi yere düşmelerine izin verip yolumuza daha hafif ve daha hızlı devam etmemiz gerekiyor.

Elimizdekini düşürmeyi öğrenmek gerekiyor, düşmeyi öğrenmek gerekiyor.

18 Eylül 2011 Pazar

Temassızlık

Formspring değişik bir icat vesselam. Anonimlerimle güzel bir dinamizmimiz var(dı). İhtiyaçları olan tek şey benim bilgece konuşmayı sevdiğimi, aslında öyle erdemden falan çok da anlamadığımı görmek… Sonrasında daha fazla sürdürmeyeceklerdir bu oyunu. Onlar soru sormayı bırakınca ben de susarım illa ki Formspring platformunda. Öte yandan bende platform bol… Hadi oradan aldıklarımı sizlere satayım.

Sıcakkanlıymış insan. Vücut sıcaklığımız 37 derece diye hemen bu yorumu yapmışız. Ama aslında sıcaklığın görece yüksek olmasından değil, değişmemesi bize “sıcakkanlı” unvanını kazandıran. Yoksa bizden sıcak soğukkanlılar da yok mu? Var tabi. Dediğim gibi, bizim olay sıcaklığın değişmemesi ya da az değişmesi… Sıcaklıkta değişkenliğin olmaması homeostazi diye bir şeyi sağlıyor içimizde. Yani iç denge…

Siz inanıyor musunuz buna, iç denge diye bir şeyin olduğuna, insanın dengeli bir yaratık olduğuna? Bir an yüzündeki gülümsemenin sıcaklığıyla size güneşi armağan edebilecek insanın bir başka an, belki sadece saniyeler sonra ve belki de ona hiçbir şey yapmamış olsanız da suratının soğukluğuyla size soğuk duş etkisi yaptırdığı oluyor. Bu mu dengeli?

Ya da sorun, o kişinin sizin henüz farkına varamadığınız sorununu anlatmamasında belki. Bu daha mantıklı galiba… Bir sorun olması ama bundan sizin haberdar olmayışınız. Evet, böyle bir huyu da var insanoğlunun. Paylaşmaya en çok ihtiyaç duyan varlıklardanız ama paylaşmayı ya sevmiyor ya de beceremiyoruz. Sıcak bir sohbet şu tepedeki güneş kadar (eğer gece okunuyorsa bu yazı, yıldızlar) ucuz… Fakat gidip ihtiyacımız olanı almaktan aciziz.

En sevdiğim şeydir sohbet etmek… Eminim iyi bir tane bulduysanız siz de bağımlısı olursunuz bunun, bu eylemin. Sanırım önce bulamamaktan, sonra da bulsak da ondan tat alamamaktan konuşmaya çekinceli yaklaşıyoruz. Oysa sosyal varlıklardık hani, sosyalleşmeyi beceremiyoruz. En önemli gereğini, iletişimi yerine getiremiyoruz. Sonra sevdiklerimizi paranoyaklaştırıyoruz. Belki de hiç onunla ilgisi olmayan bir konuda, ona kötü davranıyoruz. Bunu ona anlatmak da istemiyoruz, o bunu ne kadar hak ediyor olsa da görememekten belki.

Anonimimin derdi de bundan kaynaklanıyor muhtemelen. Bir sorun var ama bunu bir türlü öğrenemiyor Anonim.

Evimdeki kulaklıkları sayıyorum. 6 taneler… Hepsi de aynı dertten muzdarip: Tek taraf çalışıyor, öteki bozuk. Hala bir taraftan ses geliyor olması kulaklığın o tarafı için her şeyin düzgün, normal gittiği anlamına geliyor belki. Ama tüm sistem için öyle değil işte. Yetmiyor. Bir tarafın her şeyden haberdar, sesi alıyor olması yetmiyor. İki taraf da bilmeli neler olup bittiğini, biri bilirken öteki soru işaretlerine gömülmemeli. Peki, sorun nedir bu kulaklıklarda? Sorunun adı temassızlık… Kulaklık kablosunun içindeki teller bir tarafa fazla bükülü kalınca bir süre sonra diğer tarafla temas kesiliyor. Öyleyiz işte ilişkilerimizde: Temassızlık var, iletişimsizlik var. Siz karşınızdakine, sevgilinize, en yakın arkadaşınıza, annenize, babanıza kendinizle ve yaşadığınız sorunlarla ilgili bilgi vermemekte sakınca görmeyebilirsiniz. Ama kulaklığın öteki tarafında soru işaretleri, kendini suçlama ve sizin moralinizin bozuk olması kaynaklı moral bozuklukları var. Bunu hak etmiyorlar.