16 Ocak 2016 Cumartesi

Sesten Hızlı Koşan İnsanlar - kısa hikaye


Koşuyordu. Çok hızlı bir şekilde… Ayaklarını kıçına vura vura değil, öyle ne kadar şirin(?) görünülse de pek hızlı gidilmiyor. Kahramanımız, tazı gibi koşuyordu. Ensesinde bir ses… Havada yankılanmadan, dümdüz, onun peşinde…

Kız koşuyordu. Sesten olabildiğince uzağa, zikzak yapmadan, dönüp dolaşmadan, durup soluklanmadan, geleceği düşünmeden… Koşuyordu. Ve takip ediyordu ses, belki gücünü kaybederek, belki şiddetini yitirerek ama geriye bir fısıltı kalsa da ulaşacaktı kıza, kararlıydı. Kız koşmaya, ses kovalamaya devam etti.

Kız var gücüyle koşarken yerdeki bir taşa takıldı ayağı, o hızla sendeleyemedi bile, yuvarlanmaya başladı. Yuvarlanarak derin bir yarığın ağzına geldi, içine düştü ve yarığın yan duvarlarına çarpa çarpa indi aşağı. Ağzı, yüzü, gözleri kan içinde. O çıplak kalmış dizlerin de yara bere dolu olduğunu söylemeye gerek yok herhalde. Omuzlarından biri de çıkık galiba…

Ses, kovaladığı kızın ardından daldı yarığa, duvarlardan seke seke güçlendi, yankılanınca can buldu biraz. Günlerdir, haftalardır peşinden koştuğu kulağa ulaştı. Bu kez birinden girip ötekinden çıkmayacaktı, yapıştı içeri:

“Yerdeki taşa dikkat et.”

İlla düşmeniz mi gerek duymanız için? Siz düştükten sonra o ses neye yarar? Bir kez kuyunun dibini gördükten sonra sizi oradan “ses”in çıkarmasını beklemeyin, olur mu?

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Söyleyecek sözün varsa sen de paylaş.