29 Haziran 2012 Cuma

Bilinen Bir Hikaye


Bakın size bir şey anlatacağım:
Son.

Böyledir işte. Çoğu hikâye başlamadan biter. Çoğu hayal yarım kalır. Çoğu şey aslında hiç “şey” olmamıştır, düşünceden ibarettir.



25 Haziran 2012 Pazartesi

Burnu Havada

“Estetik kaygılar sebebiyle yapılmış bir ameliyat sonucu, cerrahın elinin ayarı yok diye fazla kalkıp 3000 feet seviyesinde seyreden bir burundan söz etmiyorum. Egoizmden söz ediyorum, kendini beğenmişlikten söz ediyorum, kibirden ve başkalarını küçük görmekten… İnsan bir başkasını küçük görmemeli.”

Millet gerçekten çok tuhaf… Şu giriş paragrafının tamamını okuyup sadece “ülkemizde geçerli olmayan bir ölçü birimini kullanmam”a takılabilecek, bu yüzden beni yerebilecek insanlar var dünyada. Ecnebi memleketlerdeki gibi yazdım ya “fit”i, hava attığımı söyleyebilecek insanlar var. Burnum havada ya benim, o yüzden böyle konuşuyorum. Oysa ne kadar saf ve temiz duygularla konuşuyorum, açıklama yapmaya çalışıyorum, aydınlatmaya çalışıyorum. Ana fikir, havadaki burunla ilgili olası yanlış anlamaları gidermekken bir anda gösteriş yapmış oluyorum.

Bu memlekette medeni bir tartışma yapamamak çok acı. “Ali ata bak. Ali ata bak. Ali ata bak.” yazsam “Söylediklerinin bir kısmına gönülden katılıyorum ama bir kısmına şiddetle karşıyım, ayıp!” diyebilecek insanlar var. Gerçi kısmen haklılar da. “Ali bak. Ali bak.” bir yere kadar… Bir noktadan sonra at da Ali’ye bakabilmeli. At herifler yıllarca kendi sınırlı perspektiflerinden bakmışlar dünyaya, sadece “feet”i gören gibi… Hikâyedeki at da bir kez Ali’ye baksın, istedikleri çok mu?

Bütün bunlardan ne sonuç çıkıyor biliyor musunuz? “Avrupa’daki” yerine “Ecnebi memleketlerdeki” dedim, çok ayıp ettim. Aklımca edebiyat yapıyorum işte… Burnum havada benim.

23 Haziran 2012 Cumartesi

Freud Gibi Damgamı Vuramayacağım Dünyaya

Sigmund Freud
Hey! Hey, ben… Bana diyorum! Duymuyor muyum beni? Duyuyorum, biliyorum, duymazlıktan geliyorum. Bana bir şey söyleyeyim mi? Benden bir yol olmaz.

Ben dünyaya Freud gibi damgamı vuramayacağım mesela. Niye, daha az sapığım ve insana daha büyük ve karmaşık bir şey olarak bakıyorum diye mi? Nedenini bilemem, ama olmayacak yani, bilmeliyim bunu. Tıbba girmekmiş, komiteymiş, finalmiş, zartmış zurtmuş… Hepsi iyi güzel ama tüm bunların sonunda, sonumda, bir Freud olamayacağım. İnsanlar beni hatırlamayacaklar bundan 100 yıl sonra. Bir yerlerde ismim yazacak belki. Belki bir kitabın tozlu sayfaları, belki bir taşınabilir belleğin yongalarında saklı… Ama kimse gerçek manada hatırlamayacak beni. Hani şu an şunu yazıyorum ama bunu bana yazdıran kızın kim olduğunu bilmeyecek mesela hiç kimse. O kız da 100 yıl sonra silinip gitmiş olacak dünyadan. Tüm dünyalar şimdi bizim… Ama ölünce biz dünyanın olacağız, dünya da bizi sindirip devam edecek yoluna. Başka Suskunlarla, başka Gevezelerle…

“Kötü müyüm, neyim var?” diye sormamalıyım kendime. Sahip olduğum her şeyi, şu kolu, şu bacağı, şu benliği, seni, her şeyi saymamı mı bekliyorum benden? Sahi… Onlar da benim değil aslında, dünyanın malı… Yani anlayacağın: Hiçbir şeyim yok, çok iyiyim ben.

Bir Freud bile olamayacaksam şu dünyada ne olmuş? Dünyanın sonu değil ya… Değil işte. Keşke dünyanın sonu olsa… Keşke dünyanın sonunu ben getirsem de herkes tanısa beni, tanımasalar bile dünyaya bir damga vurmuş olsam. Ama getiremem, gelmez ki, ben elimi uzatınca utanır, sıkılır, uzatmaz elini, gelmez peşimden. Ben göçüp gideceğiz, dünya da bizi sindirip devam edecek yoluna.

Gerçekten çok vahim bir tablo mu çizdik? Zannetmem. Evet, dünyaya damgamı vuramayacaksın. Öte yandan umurumda mı iz bırakmak? Önemli olan dünyada bir iz bırakmamız mı? Bence önemli olan dünyadan güzel bir iz taşımak… Yüzündeki stres sivilcelerini kastetmiyorum. Hayır, benim sözünü ettiğim beynimin kıvrımlarına işlenmiş olan, ödül bölgemi harekete geçiren, beni mutlu eden, şu üç günlük dünyada üç günlüğüne de olsa mutlu edebilen şeyler… Ben öldükten sonra iz bırakmışım, hatırlanmışım, ünlü olmuşum neye yarar? Ben ölmüş olacağız. Hatta mümkünse bütün izlerimizi alıp gidelim, üzülmesin kimse arkamızdan ya da sevinmesinler, ben yoksam izlerim de olmasın, kimseye borcum, kimsenin bana borcu kalmasın.

Hey! Hey, ben… Evet, evet, buradaki, bana diyorum. Duyuyorum, biliyorum. Benden bir yol olmaz. Olmasın da zaten. Mutlu olayım yeter.

22 Haziran 2012 Cuma

Kısa Mesaj

Arkadaşlık zor zanaat... Kalitesi de zor anlaşılır türden. İki sene boyunca aynı insanlara emek verirsin, ona "kardeşim" dersin, ama iki gün sonra kavga edince arkandan sana demediğini bırakmış mı? Garantisini veremezsin. Ama... Lütfen! Siz aranız iyi zannederken de bunu yapabilirdi. Beterin beteri var.

Arkadaşlık zor zanaat dedim, çünkü emek istiyor. Herkes der ya hani 'karşılık beklemeden yapacaksın' diye. Yok öyle bi' dünya. Yalan o!

Onun zor zamanında yanındaysan, o da senin zor zamanında yanında olsun istersin. Onun mutluluğuna ortak oluyorsan, o da seninkine ortak olsun istersin. Her şey karşılıklıdır hayatta. Birbirimizi kandırmayalım. Sadece kötü bir şey değildir bu, o kadar...

Kalitesi zor anlaşılır dedim. Ama cesursan eğer, o da sana kolay gelir. İnanın biraz cesur davranırsanız hiç ummadığınız kişilerin aslında size ne kadar değer verdiğini anlayacaksınız. Ben cesurum! Anlamak tek bir mesajıma baktı: "çok kötüyüm, yanıma gelir misin?"

Gerçekten dostunsa eğer, gelir... İşte bu kadar basit.