12 Ağustos 2012 Pazar

Stajdan Akılda Kalanlar

Staj yaptım koca bir ay boyunca, ne öğrendim? “Başıboş Çocuklar” yazımdaki gibi sadece kötü şeyler mi deneyimledim? Tamam, gelen herkes ya hasta bir vücuda ya da hasta bir kafaya sahipti. Evet, konuya esastan bakarsak hep kötü şeyler deneyimlemişim.

“Saf, tertemiz, masum, zavallı yaratıklardır çocuklar. Masumlar çünkü yaptıklarının ne sonuçlar doğuracağını bilmiyorlar; dünyadan bihaber yaşıyorlar, herhangi bir kötü niyetleri de yok. Zavallılar çünkü dertlerini anlatamıyorlar, kendilerini ifade edemiyorlar.”

Kendilerini yaralamak konusunda da o kadar başarılılar ki! Hepsi birbirinden farklı yaralarıyla özgün imzalar atabiliyorlar kendi vücutlarına. Her bulduklarını ağızlarına atma huyları da var. Taş yutan, para yutan, hediyelik eşya yutan vardı, gördüm. Bir tane de ağzı açık çengelli iğne yutan vardı. Akciğer filminde tesadüfen bulunmuş, midede yatıyordu iğne.

Çocuk acile gelenler arasında vücutlarına kasıtlı olarak imza atanlar da vardı. Ve onlar midelerindeki, zamanında yutulmuş ağzı açık çengelli iğnelerden dolayı acı çekmiyorlardı. Onlara acı çektiren, zamanında yutup içlerine attıkları, kendilerini yiyip bitiren bir düşünce, bir his, bir şey… Ne olduğunu tam olarak bilemiyorum. Onlara çocuk demek doğru mu emin değilim. “Ölmek istiyorum. Daha fazla yaşamak istemiyorum, dayanamıyorum. Hayat çok zor, n’olur izin verin de öleyim!” diyordu genç kız. Kendisini ifade edebiliyordu. Koluna çizikler atarken tabi ki niyeti ölmekti, masum da değildi. (Gerçi “Benim vücudum, benim kararım, kimse müdahale edemez.” dese haklıydı şüphesiz) Alper Ağabey’in çizdiği, (yukarıdaki) çocuk görüntüsüne pek uymuyor, değil mi?

“Nolur bakmayın, gidin, kimse bakmasın bana, kapatın bunu, kimse görmesin!” deyip kolunu tutarken sürekli ağlıyordu genç kız. “Elini uzat da pansuman yapıp kapatalım şu yaraları, sen bana yardımcı olmazsan daha çok acır canın, eşek kadar kız olmuşsun, boyun benden uzun, uslu dur.” Evet, tam sözcüklerimi hatırlamıyorum ama yaklaşık böyle bir şeydi söylediklerim. Burnunu çekip canının acıyıp acımayacağını sordu. Tabi ki acıyacaktı ama nazik olacağıma söz verdim, elini uzattı. Konuşmaya başladık.

Hani ayrıntıları pek bilmiyorum ama geçmişinde büyük bir sarsıntı yaşamış sanırım. Ailesinden kimse bilmiyor bunu, sadece psikoloğuna anlattığını söylemişti. O kısmını umursamıyorum. Yaşamaktan bıkmıştı, bu kısmını umursuyorum. Ailesine yük olduğunu söylüyordu, dünyada gereksiz olduğunu söylüyordu. Dünya ona zor, o dünyaya fazla geliyordu. Sohbet ettik biraz. “Annen seni yaşatmak için 9 ay karnında taşıdı, sense bileğini kesip elinin tersiyle itiyorsun o hayatı.” Bir süre hayatın ne kadar ağır geldiğini dinledim ondan. Sonra konuyu değiştirdim, nerede okuduğunu, derslerinin nasıl olduğunu öğrendim.

“Kol tamam. Tetanos aşını bekleyeceksin, o arada gözlüğünü çıkarır mısın?” Kız sorgulamadı, çıkarıp uzattı. Camlarını silmeye başladım. “Gökkuşağı gibi parlıyor gözlüğünün camı. İçeriden bakınca dışarıdaki insanları seçebiliyor musun?” “Ağlamaktan öyle oldu tabi, sabahtan beri ağladığım için…” “Boşa ağladığın için… Al tak, bu kaç, görebiliyor musun şu an?” “İki… Ha ha…”

Ölemediği için ağlayan bir kızı güldürebilmek… İşte stajda bunu deneyimledim.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Söyleyecek sözün varsa sen de paylaş.