31 Ağustos 2012 Cuma

İki Dünya Çarpışınca

Sienbisi “E”de Doktor Who maratonu vardı geçenlerde. Bak, 100 metre engelli değil, 4 x 100 metre bayrak yarışı değil, maraton… İçim dışım şu yeni Doktor oldu yani. Çok da tesirli değilmiş, sadece başlığa adını verecek kadarını kullanacağım. Doktor Who’nun konuyla alakası bile yok. Koca bir aydır bazı sebeplerden ötürü yakın arkadaşlarımla pek konuşmuyoruz, ben konuşmuyorum. Kızlara “Öyle değil, böyle!” diyemiyordum uzun zamandır, bari buradan anlatayım fikirlerimi.

Kadın ve Erkek… Bütün erkekler odun, bütün kadınlar cadalozdur. Ve bütün genellemeler yanlıştır. Erkekten söz edeceğim ben. Kızları çözsem sevgilimle mesajlaşıyor ya da cıvık cıvık “Sen kapat. –Hayır, sen kapat.”lı bir görüşme yapıyor olurduk.

“Erkekle kızdan arkadaş olmaz.” Bu kadar basittir erkek. Düşüncesi budur. Peki, arkadaşın olmayan birine âşık olabilir misin? Sevgili biraz da arkadaş değil midir? Orada da “Erkek, hoşlanmadığı kızla arkadaş olmaz.” diye cevap verir. “Hoşlanmak nedir?” desen de “Sarışın, uzun boylu, zayıf, yüzü güzel…”

Sevgilileriniz için değerli olduğunuzu mu sanıyorsunuz? Birçoğunuz değilsiniz. Sizi özel yapan bir şey yok. Tenis mi oynuyorsunuz? Etekle oynanıyor, bacaklar açıkta. Çok mu kitap okuyorsunuz? Az yaşıyorsunuz, safsınız, tavlanmanız, kandırılmanız kolay. Siz de mi Duman’a bayılıyorsunuz? Konserine falan götürür sizi, içki falan da varsa… Neyse tamam, ana fikir anlaşılmıştır herhalde. Erkek kafası böyle çalışır. Sizin karakterinizle zerre alakadar değiller, sizden nasıl yararlanabilecekleriyle alakadarlar… Akıl Oyunları filmini hatırlayın. Bir bara girdiğinde kızları güzelliklerine göre sıralamıştı başrol; zekâlarına, yeteneklerine, kişiliklerine göre değil, güzelliklerine göre… Gerçi orada fikirler, amaçlar da farklıydı; çok hızlı gelişiyordu olaylar. Ecnebi işte.

Erkek seni ne kadar tanımak ister? Senle ilgili ne bilmek ister? “Etrafında benden başka erkek yok, varsa bile kolayca uzaklaştırabilirim.” Bu kadar… Etrafında ondan başka erkek olmasın çünkü “erkek, hoşlanmadığı kızla arkadaş olmaz.” Hayır, madem böyle bir düşüncesi var; “maço” diyip geçelim, anladık diyelim. Ama kendisi yeri gelir kız kankasıyla ders çalışır, yeri gelir kız bir arkadaşıyla konsere gider.

“Nasıl ya? Sevgilim beni ben olduğum için sevmiyor mu?” Kızım, seviyorsa seviyordur zaten. Sevmiyorsa güzelsindir ya da ulaşılması daha kolaysındır. Sorun şu ki bu üçünden hangisi yüzünden sana tahammül ediyor, onu ayırt etmek çok zor. Sonuçta hepiniz “Bana çok sadık, ben çok da güzel değilim, ben iyi aile çocuğuyum zordur beni tavlamak.” diye düşünmüyor musunuz? Öyle düşünmüyor musunuz? Hah!

Evet, yukarıda dediğim gibi… Seni gerçekten seviyor olması gibi bir ihtimal de var. Bütün genellemelerde bir hata payı var, gerçekten seven insan tabi ki vardır. Kendine hemen hiçbir zaman toz kondurmayan erkek böyle bir konuda “Ben hatayım, farklıyım.” demekten geri durmaz. “Ya, erkek olmaktan utanıyorum bazen. Erkekler kızları cinsel objeler olarak görüyorlar. Oysa o kadar narin, o kadar kıymetli varlıklardır ki kızlar! :))) <3 Ben gerçek aşka inanıyorum ayrıca. Manitam olsana yavrum!” O kızı kandırmak için herkesi, kendini bile satar erkek, öyle de iğrenç bir türüz. Ama şunu rahatlıkla söyleyebilirim. Bence kızlar çok narin, çok kıymetli varlıklardır. Ben, gerçek aşka inananlardanım <3 Bazı erkeklerin kızlar hakkındaki fikirlerini duyunca tüylerim diken diken oluyor :(((

Kız olan, sana bir tüyo daha: Yukarıdaki gibi, sohbete, mesaja gülücük koyarken birkaç tane ağız yapan erkekten olabildiğince uzağa kaç. Başka yere taşın, ismini değiştir, yeni bir hayat kur, yeni bir facebook hesabı aç ve sakın ama sakın o adama yaklaşma. O adam ya sözü edilen “odun” heriftir ya da tamamen masumdur, saftır, salak falandır işte. Onunla bir gelecek kuracağına yalnız öl.

17 Ağustos 2012 Cuma

Occam'ın Usturası 2

Facebook'taki bir sohbeti baştan aşağı yazıyorum:
"Suskun Geveze... Benim iş olmadı o çocukla..."
"İyi... Ne yapayım? Bana ne?"
"Aşk olsun. Teselli eder insan."

Arkadaşlarımla sorunlarım var demiştim ya... Hani konuşacak şey bulamamaktandı. Occam'ın usturası! Girişi bu kızın: Benim iş olmadı o çocukla. Selam vermek yok, hal hatır sormak yok. Teselli beklemek var. Arkadaşlarımla aramdaki sorun bu: Karşındakiyle de ilgilendiğini hissettirmemek... Ne kadar odunum ki kız teselliye ihtiyaç duyarken selamlama bekliyorum.

16 Ağustos 2012 Perşembe

Yaşlı Adamın Usturası

Aslında tıpla hiç ilgisi olmayan bir sebepten yazmaya başladım şu yazıyı. Ama tıp iliğime işlemiş. Bir de şu aralar kendimi doktor adaylığı dışında bir şeylerle ilişkilendiremiyorum. Varsa yoksa tıp…

OCCAM’IN USTURASI

Occam… Kimmiş, ne yapmış, bir fikre, düşünce tarzına ismini vermeden önce nasıl tecrübeler yaşamış bilmiyorum. İçinde ustura sözü de geçiyor, gerçekten ilginç bir hikâyesi olmalı… İnternette araştırmak gerek. (Occam adamın adı değil, yaşadığı yerin adıymış. Adamın adı William’mış. İlginç bir hikâyesi de yokmuş. Tarz olsun diye koymuşlar bu adı. Devam…)

William’ın bir dünya görüşü vardı. Ona göre: “Her şeyin birbirine eşit olduğu bir ortamda en basit açıklama, doğruya en yakın olandır.” Yani diyor ki bir şeyi kıvırmaya, bükmeye, değiştirmeye, çok karmaşıklaştırmaya gerek yok; en basit olan doğrudur.

İsmi İngilizce “Mavi ibikli kuş” ve “Aslan yürekli” anlamlarına gelen kelimelerin birleşimiyle türetilen 3 buçuk yaşındaki kız acil servise girdiğinde kimse en basit açıklamanın doğru olabileceğini düşünmemişti. Güneş çarpması tanısı koymuşlar başka bir hastanede. Çocuk acilden girdiğinde elleri kasılıydı, gözleri sola yukarı kayıyordu. Kocaman açtığı ağzından salyalar akarken inliyordu kız. Kuzenlerinde benzer bulgular ortaya çıktı. Kuzenleri çağırıldı. Beyin omurilik sıvısı alındı. Beyin tomografisi çekildi. Elektroansefalograma girdi. Güneş çarpması teşhisi konuldu. En basit, en dolambaçsız cevaptı sıcak çarpması; doğruydu. Occam’ın usturası!

Bu aralar sık yaptığım bir şey değil arkadaşlarımla sohbet etmek… Sürekli konuşurum, sürekli bir şeyler anlatırım, sürekli bir şeyler dinlerim. Arkadaşlarımla aramızdaki şeyleri çok çabuk tüketiriz, tüketiyormuşuz, tüketmişiz, artık zevk vermiyor onlarla sohbet etmek. Ama konuştuğum biri var. Onunla çok konuşmadım, ona çok şey anlatmadım, onu çok sık dinlemedim; benim için hemen harcanamayacak kadar değerli, özel zamanlarda mesaj atılacak kadar özel biriydi. Bu, ayrıcalıklı bir zaman, depresyondayım galiba, onunla konuşuyorum sadece.

“Birinden çok hoşlanıyorum, bana karşı hislerini merak ediyorum.”
“Nasıl biri, ne yaptı da çaldı kalbini?”
“Aslında hiç… Çok da yakışıklı sayılmaz. Sadece benle ilgilendiğini hissettiriyor.”
Occam’ım usturası! Sadece onla ilgilendiğini hissettirmek… Bazen birinin kalbine giden yol bu kadar kısa olabiliyor.

Ve Occam’ın usturası! Arkadaşlarımla aramdaki sorununun çözümü de burada aslında. “Tükettik bir şeyleri” bahane…


12 Ağustos 2012 Pazar

Stajdan Akılda Kalanlar

Staj yaptım koca bir ay boyunca, ne öğrendim? “Başıboş Çocuklar” yazımdaki gibi sadece kötü şeyler mi deneyimledim? Tamam, gelen herkes ya hasta bir vücuda ya da hasta bir kafaya sahipti. Evet, konuya esastan bakarsak hep kötü şeyler deneyimlemişim.

“Saf, tertemiz, masum, zavallı yaratıklardır çocuklar. Masumlar çünkü yaptıklarının ne sonuçlar doğuracağını bilmiyorlar; dünyadan bihaber yaşıyorlar, herhangi bir kötü niyetleri de yok. Zavallılar çünkü dertlerini anlatamıyorlar, kendilerini ifade edemiyorlar.”

Kendilerini yaralamak konusunda da o kadar başarılılar ki! Hepsi birbirinden farklı yaralarıyla özgün imzalar atabiliyorlar kendi vücutlarına. Her bulduklarını ağızlarına atma huyları da var. Taş yutan, para yutan, hediyelik eşya yutan vardı, gördüm. Bir tane de ağzı açık çengelli iğne yutan vardı. Akciğer filminde tesadüfen bulunmuş, midede yatıyordu iğne.

Çocuk acile gelenler arasında vücutlarına kasıtlı olarak imza atanlar da vardı. Ve onlar midelerindeki, zamanında yutulmuş ağzı açık çengelli iğnelerden dolayı acı çekmiyorlardı. Onlara acı çektiren, zamanında yutup içlerine attıkları, kendilerini yiyip bitiren bir düşünce, bir his, bir şey… Ne olduğunu tam olarak bilemiyorum. Onlara çocuk demek doğru mu emin değilim. “Ölmek istiyorum. Daha fazla yaşamak istemiyorum, dayanamıyorum. Hayat çok zor, n’olur izin verin de öleyim!” diyordu genç kız. Kendisini ifade edebiliyordu. Koluna çizikler atarken tabi ki niyeti ölmekti, masum da değildi. (Gerçi “Benim vücudum, benim kararım, kimse müdahale edemez.” dese haklıydı şüphesiz) Alper Ağabey’in çizdiği, (yukarıdaki) çocuk görüntüsüne pek uymuyor, değil mi?

“Nolur bakmayın, gidin, kimse bakmasın bana, kapatın bunu, kimse görmesin!” deyip kolunu tutarken sürekli ağlıyordu genç kız. “Elini uzat da pansuman yapıp kapatalım şu yaraları, sen bana yardımcı olmazsan daha çok acır canın, eşek kadar kız olmuşsun, boyun benden uzun, uslu dur.” Evet, tam sözcüklerimi hatırlamıyorum ama yaklaşık böyle bir şeydi söylediklerim. Burnunu çekip canının acıyıp acımayacağını sordu. Tabi ki acıyacaktı ama nazik olacağıma söz verdim, elini uzattı. Konuşmaya başladık.

Hani ayrıntıları pek bilmiyorum ama geçmişinde büyük bir sarsıntı yaşamış sanırım. Ailesinden kimse bilmiyor bunu, sadece psikoloğuna anlattığını söylemişti. O kısmını umursamıyorum. Yaşamaktan bıkmıştı, bu kısmını umursuyorum. Ailesine yük olduğunu söylüyordu, dünyada gereksiz olduğunu söylüyordu. Dünya ona zor, o dünyaya fazla geliyordu. Sohbet ettik biraz. “Annen seni yaşatmak için 9 ay karnında taşıdı, sense bileğini kesip elinin tersiyle itiyorsun o hayatı.” Bir süre hayatın ne kadar ağır geldiğini dinledim ondan. Sonra konuyu değiştirdim, nerede okuduğunu, derslerinin nasıl olduğunu öğrendim.

“Kol tamam. Tetanos aşını bekleyeceksin, o arada gözlüğünü çıkarır mısın?” Kız sorgulamadı, çıkarıp uzattı. Camlarını silmeye başladım. “Gökkuşağı gibi parlıyor gözlüğünün camı. İçeriden bakınca dışarıdaki insanları seçebiliyor musun?” “Ağlamaktan öyle oldu tabi, sabahtan beri ağladığım için…” “Boşa ağladığın için… Al tak, bu kaç, görebiliyor musun şu an?” “İki… Ha ha…”

Ölemediği için ağlayan bir kızı güldürebilmek… İşte stajda bunu deneyimledim.